Malina'ya tesadüfen Berlin'de rastlamıştım. 3 ay boyunca metrolarda hiç durmadan okumuştum. Fakat kitabı ait olduğu kütüphaneye bırakarak döndüm. Biraz erken döndüm.
O yaz Berlin'den erken döndüm ben.
Sonraları Mephisto'da buldum Malina'yı. Rafımda bekliyordu kaç zamandır. Yeniden daldım Bachmann'ın satırlarına.
İçim biraz hafifledi bu küçük hafta sonu kaçamağında diyordum ki, bugün gerçek hayata aklım Silivri'de çalışmaya başlarayak döndüm.
haberler arka arkaya geldi.
ben nişantaşı restarantlarında şaraba dair konuşurken...
34 yıl..
..evet bir de merlot'muz var. ancak kadeh'te açmak için karasakız'ı öneririm.
müebbet...
...elbette, satın alma sorumlunuzla tadım yapalım...
tarlada yangın...
...meyve aromalı ve orta gövdeli genç bir şarap...
müebbet...
insan delirecek gibi oluyor. konuşamıyor, yürüyemiyor, koşamıyor.
içimden bir ses, sonbahar çok ağır geçecek diyor ülkemde.
Ağustos ayı geldi, henüz ayaklarımı denize bile sokmadım.
Aylardır, 'nasılsa gideceğim' hissi ile hayatımı bir düzene sokamadım. Sürekli bir bekleme ve erteleme hali. Eğlenmeyi erteleme. Yazmayı erteleme. Dinlenmeyi erteleme.
Bugün Karaköy Lokantasında kendime güzel bir yemek ısmarlayacağım.
Şarap değil de rakı içeceğim.
Yarın da denize gireceğim.
İnsanın motivasyonunu yüksek tutması zor bir şey, bunu sürekli hissediyorum. Çevresel etmenler, insanın tüm arzusunu içinden çekip alıyor. O kadar sevmiyorum ki kalabalığı ve gürültüyü.
Öte yandan, Gezi zamanları uzakta olmaya dayanamaz, atlar uçağa gelirdim. Akıl almaz bir şey yaşandı burada, gözlerimin önünde. Şaşkınlığım hala sürüyor.
Bir tuhaf ülke burası.
Ne yaşayabiliyorsun, ne gidebiliyorsun.
ne kadar zaman geçti bilmiyorum. yazarım dedim kendime, yazmadım. farklı bir blog düşündüm. bir türlü yapamadım.
eyleme geçememe zamanları..
uzun yolculuklardan döndüm. gel-gitlerden. ofis masamın başına onlarca fotoğraf astım. İstanbul'un gürültüsünü duymamak için her sabah yüksek sesle müzik dinliyorum.