05 Ağustos, 2013

ivan-malina


Malina'ya tesadüfen Berlin'de rastlamıştım. 3 ay boyunca metrolarda hiç durmadan okumuştum. Fakat kitabı ait olduğu kütüphaneye bırakarak döndüm. Biraz erken döndüm. 
O yaz Berlin'den erken döndüm ben.

Sonraları Mephisto'da buldum Malina'yı. Rafımda bekliyordu kaç zamandır. Yeniden daldım Bachmann'ın satırlarına.

İçim biraz hafifledi bu küçük hafta sonu kaçamağında diyordum ki, bugün gerçek hayata aklım Silivri'de çalışmaya başlarayak döndüm.

haberler arka arkaya geldi. 
ben nişantaşı restarantlarında şaraba dair konuşurken...
34 yıl..
..evet bir de merlot'muz var. ancak kadeh'te açmak için karasakız'ı öneririm.
müebbet...
...elbette, satın alma sorumlunuzla tadım yapalım...
tarlada yangın...
...meyve aromalı ve orta gövdeli genç bir şarap...
müebbet...

insan delirecek gibi oluyor. konuşamıyor, yürüyemiyor, koşamıyor.

içimden bir ses, sonbahar çok ağır geçecek diyor ülkemde.

02 Ağustos, 2013

su

Ağustos ayı geldi, henüz ayaklarımı denize bile sokmadım. 
Aylardır, 'nasılsa gideceğim' hissi ile hayatımı bir düzene sokamadım. Sürekli bir bekleme ve erteleme hali. Eğlenmeyi erteleme. Yazmayı erteleme. Dinlenmeyi erteleme. 

Bugün Karaköy Lokantasında kendime güzel bir yemek ısmarlayacağım.

Şarap değil de rakı içeceğim.
Yarın da denize gireceğim.

İnsanın motivasyonunu yüksek tutması zor bir şey, bunu sürekli hissediyorum. Çevresel etmenler, insanın tüm arzusunu içinden çekip alıyor. O kadar sevmiyorum ki kalabalığı ve gürültüyü.


Öte yandan, Gezi zamanları uzakta olmaya dayanamaz, atlar uçağa gelirdim. Akıl almaz bir şey yaşandı burada, gözlerimin önünde. Şaşkınlığım hala sürüyor. 


Bir tuhaf ülke burası. 

Ne yaşayabiliyorsun, ne gidebiliyorsun.

19 Temmuz, 2013

summer wine

ne kadar zaman geçti bilmiyorum. yazarım dedim kendime, yazmadım. farklı bir blog düşündüm. bir türlü yapamadım. 
eyleme geçememe zamanları..

uzun yolculuklardan döndüm. gel-gitlerden. ofis masamın başına onlarca fotoğraf astım. İstanbul'un gürültüsünü duymamak için her sabah yüksek sesle müzik dinliyorum.






13 Temmuz, 2012

il tempo in Italia

Neredeyse üç ay oldu San Miniato'ya geleli. Nisan'ın serin yağmurlu havası gitti, yerine yakıcı sıcaklar geldi. Üzümler salkım salkım oldu. Henüz yeşil, eksi ve küçükler ama bir ay içinde renkleri döner.
İyi-kötü, endişeli-mutlu bir dönem geçiriyorum. Çokça insan gidip geliyor bağda çalışmak için. Wwoof (world wide oppotunities on organic farms) adında, dünyanın organik tarım yapan çiftliklerinde çalışmak üzere kurulmuş bir program aracılığıyla burayı buluyorlar. Amerika'dan, İskoçya'dan, Litvanya'dan insanlarla yaşıyorum. Birçoğu öğrenci, dünyayı gezmek için bir yol bu program onlar için. 
İtalya'nın tadına çok varabilmiş değilim. Tezimi teslim edip iki hafta tatil yapacağım cuma gününü bekiyorum. Son bir hafta, geri sayıyorum.

25 Mayıs, 2012

Tenuta di Poggio

Yazmadım. Uzunca zaman oldu. On iki günlük bir İstanbul macerası yaşadım. Hiç yetmedi. Valizi boşalt. Dostları gör. Urban'da yemek, Çukur'da rakı sofrası. İçime soksam, ayırmasam yanımdan dediğim dostlar. 
Sonra yeniden valiz. Roma'ya uçuş. Ardından Pisa. 
Son durağım, San Miniato. Pisa ile Floransa'nın arasında, Toskana'nın orta yerinde, orta çağ mimarisi ile küçük bir kasaba. Kulesi, sakin birkaç Piazzası, tiyatroları, ve yer mantarları ile meşhur. Burada San Miniato'lu olmak diye bir şey var. Ne zaman bir yerlere gitsek, 'San Miniato'lu olmak istiyorsan şu sokaktan gelen kasabı tanımalısın' deniyor. Gençler San Miniatolu olmaktan pek mutlu, pek keyifli. 
Kaldığım yer, bu kasabaya yürüme yarım saat uzaklıkta. Öylece uzanıyor bağlar önümde. Gün doğumları ve batımları, gerçekliğine inanamayacağım güzellikte. Toprak ayaklarımın altından kayıyor.
Çok çalışıyorum. Normal saatlerin ötesinde. Uyuyakalıyorum çokça, 11 gibi. Şikayetçi değilim.
Çevredeki şehirleri gezmeye başladım, Floransa, Pisa, Sinena, Lucca, San Gimignano, Grosseto.Her biri birbirinden keyifli. Pisa, küçük olmasına rağmen, zaman geçirmekten çok keyif aldığım bir yer. Floransa'da ise yaşamayı ne çok isterim. 
Bunca zaman yazmamış olmanın verdiği yoğunluk var. Her bir ayrıntıyı anlatmak olası değil.
Yazmadım, ama yazacağım. 

Piano piano.

Burada öğrendiğim en komik İtalyanca kelime 'bo'
Toskana bölgesine özgü bir tepki aslında.

Bir şey bilmediklerinde, bilmiyorum (non so) demek yerine bo diyorlar. Çok hoşuma gidiyor.

02 Nisan, 2012

home sweet home

Başladığım yere geri döndüm. Paris CDG havaalanı. Turuncu valizimle uzun terminallerden zor bela geçip check-in yapmayı başardım. TK 1828 sayılı seferi bekleme vakti şimdi. Kendime kuytu bir köşe buldum, Cat Power dinliyorum. Annem sütlaç yapmış. Bir de dolma sarmış. İçimde bir yumruk var. Karmakarışık duygular içindeyim. Geride bıraktıklarım için bu denli üzüleceğimi bilmiyordum. Dün tramda biraz ağlamaklı oldum. Sabah uzunca bir yazı yazıp Maison Danjou'nun buzdolabına yapıştırdım. Öte yandan heyecan artıyor. Sütlaçlar, rakılar, sarılmacalar, boğaz kokusu ve sonra hasır şapkamla yeniden yollar.

22 Mart, 2012

la clef des terroirs


Bir Guillaume Bodin filmi la clef des terroirs. Biyodinamik üretimi ve organik tarımı röportajlarla keyifle anlatan bir belgesel. Çevreye duyarlılığın bir zorunluluk+moda haline geldiği bugünlerde herkesin dilinde bu 'bio' ürünler. Peki ama ne demek organik tarım, biyodinamik üretim ile tam olarak farkı nedir? 
Organik şarap üretimi, tarımda kimyasal ilaç, gübre ve yemler kullanılmasına izin vermez. Yalnızca belirli miktarlarda koruma amaçlı sülfür dioksit ekleyebilirsiniz. Biyodinamik üretim ise organik üretimin ötesinde, kendi içinde bir felsefe taşıyor. Amaç, bir bağın her ihtiyacını kendi sınırları içerisinde karşılayabilmesi. Dışarıdan herhangi bir kimyasal madde alımı olmadan, hayvan dışkılarından veya bitkilerden, üzüm atıklarından toprağa birleşimler hazırlayıp toprağı besleyecek, hastalıklarla savaşacaksın. Küçük zararlı canlılardan büyük canlılara yaşam alanı sağlayarak kurtulacaksın. Aslında bakıldığında, yeni bir yaşam alanı yaratmayı gerektiriyor biyodinamik üretim, hayvanlarıyla, zeytin ağaçlarıyla, toprağı süren atlarıyla. Üretim sırasında da üzümün içerdiği maya dışında ek bir mayaya ve herhangi bir işleme izin vermiyor. Üzümlerin toplama dönemleri dahi, ayın hareketlerine göre ayarlanıyor. 
Şarapçılık denince akla ilk gelen kelime, 'terroir'dır. Herkesin dilinde dolanır durur. Bir sözcükten öte bir kavramdır. Şaraba etki eden unsurların toplamı olarak algılayabiliriz bu kelimeyi. Toprağın cinsinden iklimine, rüzgarın yönünden, üzüme dokunmuş ellere kadar her şeyi kapsar. Üzümden kadehe olan yolculuğun her adımıdır. 
Biyodinamik üreticiler, amaçlarını, şaraplarına etki eden her şeyi, yani teruarlarını daha iyi anlayabilmek olarak tanımlıyorlar. Onu hissedip yaşayabilmek, iklime, rüzgara, yağışa, her ayrıntının üzümlerine nasıl etki ettiğini bilebilmek istiyorlar. Bununla beraber onu kendi yaşam alanında tedavi etmek, küçük dokunuşlarla doğanın içinde yönlendirmek istiyorlar. 
Bütün bu süreç, insana bir öykü gibi geliyor. Öte yandan, insan zamanını ve ruhunu verirse, güzel sonuçlar elde edilebileceği hissindeyim. Bana hitap edip beni etkileyen herhangi bir organik/biyodinamik şarap içtin mi derseniz, hayır. Yine de önümüzdeki 6 ayı biyodinamik üretim yapan zeytin ağaçlı bir şaraphanede geçirme konusunda hevesliyim. Henüz şaraplarından tatmamış olsam da...